İYİ Parti: Ne İsrail ne de arkasındaki güçler; Türkiye topraklarına göz dikemez!
İsrail’in saldırıları ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerle ilgili Gazi Meclisimizde düzenlenecek oturumda partimiz adına yapılacak olan konuşma şu şekilde;
“Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
İsrail’in saldırıları ve Orta Doğu’daki gelişmelerle ilgili Meclisimizde düzenlenen oturum için İYİ PARTİ grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
12 Mart 1921 tarihinde millet iradesinin tecelli ettiği bu yüce çatının altında, oy birliği ile bir yasa kabul edildi.
O yasa Kurtuluş Savaşı esnasında Türk Milleti’nin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini simgeleyen İstiklal Marşı’nın kabulüydü.
Ve hepimizin gururla, onurla, heyecanla ve yüreğimizin derinliklerinden gelen bir muhabbetle okuduğumuz İstiklal Marşımız “korkma” diye başlar.
Öte yandan bu Meclis, aynı zamanda bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı yöneten ve dünyada bir başka örneği olmayan yüce bir Meclis’tir.
İşte bu Meclis’in çatısı altında, tam 103 yıl sonra Sayın Cumhurbaşkanı bir konuşma yaptı ve bu konuşmada İsrail tehdidinden bahsetti.
“İşgal yanı başımızdadır” dedi ve hatta mesafe verdi.
Daha birkaç hafta önce bir gece ansızın gelebiliriz dediği ülke için ‘’Bir gece ansızın gelebilirler, işgal kapımıza dayandı.’’ dedi.
Ama ne yazık ki; “gelecekleri varsa görecekleri de vardır” demedi.
Meclis’in açıldığı gün yapılan bu konuşma, milletin yüreğine bir kaygı, hatta bir korku tohumu ekti.
Böyle bir tehdit, var ya da yok, bunun değerlendirmesini yapacağım.
Ancak Meclis kürsüsünden, kapımıza dayandı tarzındaki mesajlarla ülkede bir endişe duygusunun yayılmasını reddediyorum.
Ve buradan açıkça ilan ediyorum:
Ne Orta Doğu’nun kalbine hançer gibi saplanmış terör devleti İsrail ne de arkasındaki emperyalist güçler ne bugün, ne yarın, ne de gelecekte herhangi bir gün; Türkiye topraklarına göz dikemez, işgal edemez, bunu aklından dahi geçiremez.
Tarihte olduğu gibi olur da canına susamışsa, gözünü karartmışsa, geleceği varsa göreceği de vardır.
Değerli Arkadaşlar,
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ele almadığı ya da göz ardı ettiği bir başka konuda şu:
Türkiye, NATO üyesi bir ülke.
Ve NATO üyesi bir ülkeye yapılacak bir saldırıyla ilgili NATO’nun alması gereken tavır da belli.
5. madde son derece açık.
- Biz NATO’dan çıktık da haberimiz mi yok?
- NATO’nun kuralları değişti de bilgimiz mi yok?
- Yoksa iktidarın dış politikada yaptığı zikzaklardan, U dönüşlerinden başı döndü de nerede olduğunun farkında mı değil?
Yeri gelmişken şunu sormadan da edemeyeceğim:
7 Ekim’den 2 hafta kadar önce Netanyahu ile buluştunuz, kalabalık bir heyetle kendisini misafir ettiniz.
O zaman bu adamla ilgili hiçbir fikriniz yok muydu?
Bunun cani ruhlu bir soykırımcı olacağına dair hiçbir öngörünüz yok muydu?
Yoksa ayrı bir sorun!
Öngöremediyseniz o da bir başka sorun!
Demek ki o toplantıda, kravatlar, gömlekler üzerinden verilen dostluk mesajları, yapılan espriler bugün yaşananlara dair hiçbir öngörünüzün ya da stratejik planınızın olmadığına delaletmiş.
Aslında Sayın Cumhurbaşkanı’nın İsrail’in Türkiye’yi işgal edebileceğine dair yaptığı değerlendirmeden bir süre önce Dışişleri Bakanı Sayın Fidan, 3. Dünya Savaşı riskinden bahsetmişti.
Ama arkası gelmedi.
Yine buna paralel olarak Meclis Millî Savunma Komisyon Başkanı Sayın Akar, bir televizyon kanalında 3. Dünya Savaşı’na başladığımızı ifade etti.
Hâlâ böyle bir risk var mı ve Türkiye bunun neresinde bilmiyoruz.
Sayın Bakan’a ve Başkan’a soruyorum;
Bu kadar ciddi bir konuyu, kamuoyu önünde dillendirdikten sonra neden yüce Meclis’e gelip Dışişleri Komisyonu’nda, Millî Savunma Komisyonu’nda milletin vekillerine bilgi vermediniz?
Söylediğinizin ciddiyetine, kendiniz de inanmadınız ondan mı?
Yoksa millet iradesinin tecelli ettiği bu yüce makama bilgi vermeye gerek bile duymadınız, ondan mı?
Bu tür söylemler, sadece içeride yarattığı yersiz ve zamansız bir kaygıyla kalmaz.
Aynı zamanda dışarıda da sizin politikalarınız, söylemleriniz ve ciddiyetinizle ilgili kuşku uyandırır.
Yanı sıra, ekonomik belirsizlikler ve jeopolitik riskler üzerinde de çok ciddi etkiler yaratır ki bunun faturası zaten kritik bir süreçten geçen Türkiye için son derece ağır olur.
Değerli Arkadaşlar,
İsrail, Gazze’ye yıllardır saldırılar düzenliyor.
Bazıları büyük çaplı olan, bu saldırılarda, çok sayıda Filistinli hayatını kaybetti.
Ancak 7 Ekim’den sonra başlayan saldırılar bir insanlık suçuna, bir soykırıma dönüştü.
Bugüne kadar, 100.000’e yakın Filistinli yaralandı.
41.000’den fazla Filistinli ise hayatını kaybetti.
Maalesef bunların çoğu kadın ve çocuk.
Bu vahşet, dünyanın gözü önünde yaşanıyor.
Ve emperyalistlerin başını çektiği, sözde medeni dünya bu saldırıları engellemek ya da İsrail’i cezalandırmak şöyle dursun; bu katil devleti teşvik etti, destekledi, yardımcı oldu!
Bu, dünyanın geldiği nokta açısından son derece vahimdir.
Gelelim Türkiye’ye.
Biz ne yaptık ya da yapmadık?
NATO’nun balistik füze savunma sisteminin bir parçası olarak Şubat 2012’de kurulan Kürecik Radar Üssü, uzun menzilli tehditleri izlerken kimsenin kuşkusu yok ki İsrail’i de bilgilendiriyor.
Bugüne kadar neden geçici de olsa topraklarımızdaki bu üs, kapatılmadı?
Gelelim İsrail’le ticarete.
Savaşın başladığı günden Mayıs başına kadar defalarca ikaz ettik. Her gün kalkan, kargo uçaklarını, yük gemilerini, durdurun dedik. Ancak eleştirilerimize gelen cevap; ‘’İsrail’le ticaret yapmıyoruz’’ oldu.
Oysa ticaret hiç durmamıştı ve daha da vahimi, zırhlı araçlar bile gönderiliyordu Türkiye’den.
İşte TUİK’ten alınan belge, 2024 yılında 80 milyon dolarlık, zırhlı savaş taşıtı gönderilmiş İsrail’e.
Ve nihayet geçtiğimiz 2 Mayıs’ta Ticaret Bakanlığı bir açıklama yaparak İsrail’le ilgili tüm ihracat ve ithalat işlemlerinin tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurulduğunu ifade etti.
Bu arada sorumluluğumuzu yerine getirdik Bakan Sayın Bolat’a sorduk:
‘’Halen İsrail ile ticaret devam ediyor mu, çok sayıda kargo uçağının ve yük gemisinin, İsrail’e mal taşıdığı bilgisi doğru mu? Bunu neden engellemiyorsunuz?’’ dedik.
Soru önergesi burada.
Ve maalesef cevap verilmedi.
Tabii ticaretin gecikmiş de olsa durdurulması doğru bir adımdı.
Ancak bu gerçekten uygulanıyor mu uygulanıyorsa ne kadar?
Bu hâlâ ciddi bir soru işareti.
İsrail’le ticaret yasağının ardından görüyoruz ki; Türkiye ile Mısır arasındaki ticaret büyük oranda artmış.
Aynı zamanda uluslararası istatistiklere bakıldığında Mısır ile İsrail arasındaki ticaretin de üç kat arttığını görüyoruz.
Peki, burada bir hülle mi söz konusu?
Türkiye’den kalkan gemiler önce Mısır’a, oradan da Hayfa Limanı’na gidiyor iddiaları gerçekçi mi?
Maalesef eldeki rakamlar buna işaret ediyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi Eylül ayı verilerine baktığınızda bir başka hülle kaygısı daha ortaya çıkıyor.
İlk 9 ayda, Filistin’e yapılan tekstil ve ham madde ihracatında %1 milyondan fazla artış var.
Yine deri ve deri mamulleri ihracatı %36.000’den fazla artmış.
Hazır giyim ve konfeksiyon ihracatındaki artış ise %25.000’den fazla.
Çarpıcı olan şu; çelik ihracatında artış %15.000’e yakın.
Çimentoda ise %10.000’den fazla.
Açıkçası sorum şu:
Neredeyse yerle bir olmuş Gazze’de ve büyük ölçüde saldırı altındaki Batı Şeria’da inanılmaz bir inşaat hamlesi mi başladı?
Buralar, yeniden imar mı ediliyor?
Türkiye İstatistik Kurumu’nun dış ticaret verilerine bakalım mesela.
2023 Ağustos ayı sadece 1 ay içinde, Israil’e yaklaşık 9 milyon dolarlık mermer satmışız.
Filistin’e ise satılan mermer yok.
2024 Ağustos ayında ise Israil’e hiç mermer satılmamış ama Filistin’e giden mermer yaklaşık 6 milyon dolarlık.
Yani yerle bir olmuş Gazze’ye ilaç ve gıda geçişine izin vermeyen İsrail, cilalanmış su mermeri geçişine izin vermiş; soykırım uyguladığı insanlar evlerini restore etsin, lüks mekanlarda otursun diye öyle mi?
Ortada kocaman bir yalan ve açık bir ikiyüzlülük var!
Bu konudaki kaygıları ve rakamlardaki bu korkunç çelişkileri, iktidar bize açıklamak zorunda.
Devletimizin iyi niyetli bir çabayla Gazze’ye ulaştırılmak üzere yardım gönderdiğini biliyoruz.
Ama bu yardımların neredeyse tamamının, El Ariş’te, lojistik alanında bekletildiği ve Refah Sınır Kapısı’ndan geçemediğini de biliyoruz.
Eğer iktidar bunun aksini kanıtlayabilecekse belgelerini de görmek isteriz.
Peki hâl böyleyken yardım kolilerinin dahi ulaşamadığı Filistin’e çimento, çelik gibi stratejik ürünler nasıl ulaştı?
Madem Filistin’e, çimento, çelik gönderiyorsunuz, gönderebiliyorsunuz; neden IHA’ları, SIHA’ları göndermiyorsunuz Ukrayna’da olduğu gibi?
Yoksa bu kocaman bir yalan mıydı bunların izahını bekliyoruz.
Bir başka konu; İsrail askerilerinin enerji ihtiyacını sağlayan Dorat Enerji Şirketi.
Bu şirketin %25 ortağı bir Türk. İktidara çok yakın ve büyük ihaleler aldı.
Şimdi soruyorum; bu alçaklara, katillere, soykırımcılara enerji temin eden firmaya bir tek laf ettiniz mi?
Bu firmaya Türkiye’den giden işçilerle ilgili bir yaptırım uyguladınız mı?
Bakın, bir soru önergesi göstereceğim size.
Ocak 2024’te, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na sordum:
Savaş nedeniyle İsrail’de, pek çok kişinin askere alındığı, iş gücü açığının yurt dışından sağlandığı ve Türkiye’den çok sayıda işçi gittiği iddiaları var.
‘’Doğru mudur, gerçek nedir, kaç Türk işçisi gitti?’’ diye sordum. 9 ay geçmiş, cevap yok!
Bir başka soru da Sayın Millî Savunma Bakanına, neredeyse bir yıl olmuş, cevap yok!
Yabancı basında çok ciddi haberler yer aldı.
İncirlik Üssü’nden kalkan Amerikan uçakları, Güney Kıbrıs’taki askeri üslere, oradan da İsrail’e mühimmat taşıyor!
Bu iddia doğru mudur?
Bu sıra dışı rotayla ve artan uçuşlarla ilgili Sayın Bakana sorduğum soruya cevap dahi gelmedi.
Bilmiyor muydu, yoksa söylemek mi istemiyordu, emin değilim.
Yine askerî kargo uçaklarının, Tel Aviv’le Bakü arasında yoğun seferler yaptıkları ve uçuşlarını Türkiye üzerinden gerçekleştirdikleri dünya medyasında yer aldı.
Doğru mu, yanlış mı, buna da Sayın Bakanın cevap vermesi gerekiyor.
İsrail saldırıları başladıktan 2 ay sonra Güney Afrika, Uluslararası Adalet Divanı’na başvurarak İsrail aleyhine bir dava açtı.
İki ay içerisinde bütün belgeleri topladı ve dosyasını hazırlayarak davasını açtı.
O tarihte Türkiye’den kalkan yük gemileri Hayfa Limanı’na petrol, çelik, çimento, yiyecek ve giyecek taşıyordu.
Defalarca yaptığımız uyarı ve eleştiriler neticesinde nihayet tam 11 ay sonra Türkiye bu davaya müdahil olabildi.
Ve maalesef sürece dair pek çok ihmalin, eksikliğin ve yetersizliğin yanına bir yenisi daha eklendi.
Sayın Başkan, değerli Milletvekilleri;
2006 yılında zamanın Dışişleri Bakanı Sayın Gül’e bir soru önergesi verdim.
Büyük Orta Doğu Projesi’nin amacının ve temel özelliklerinin neler olduğunu sordum.
Gelen cevap; projeyle, bölgeye demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü refah, kalıcı barış ve istikrar gelecek şeklindeydi.
Tabii o dönemde biz bunun böyle olmayacağını biliyorduk.
Ve onun için bu projeye, başından itibaren itiraz ettik.
Sayın Erdoğan, toplantılarda, bu projenin eş başkanı olduğunu gururla anlatırken biz ‘’bölgeye kan, gözyaşı, istikrarsızlık, düşmanlık ve parçalanma getirecek’’ diyorduk ve itiraz ediyorduk. Aradan geçen yıllar, bizim haklı olduğumuzu ortaya koydu.
Yeri gelmişken bir hususun altını çizmek istiyorum.
1 Mart Tezkeresi’ni Meclis’e getiren irade, öncesinde yapmış olduğu pazarlıklarla 70.000 Amerikan askerinin Türkiye’nin Güneydoğu’suna konuşlanacağı teminatını vermiş ve Meclis iradesini yok sayarak kapalı kapılar ardında at pazarlığı yapmıştı.
Ve içinde bulunduğumuz bu çatının altında, 1 Mart‘ta alınan kararla at pazarlıkları reddedilmiş ve milletin hür iradesi tecelli ederek, emperyalist taleplere ‘’hayır’’ denmiştir.
Eğer o gün, muhalefetin ve içinde benim de bulunduğum iktidar vekillerinin itirazı olmasaydı bugün BOP’un bambaşka bir evresini konuşuyor olacaktık.
Gelelim o yıllardan bugüne yapılan hatalar zincirine.
Irak’ın kuzeyinde oluşan De-facto yapı ve muhtemel gelişmeler öngörülemedi.
Sözüm ona; terörle mücadele koordinatörü olarak atanan Amerikalı General Ralston ve Türk mevkidaşı Orgeneral Edip Başer ile ortak çalışmalar sürdürülecek ve bölücü terör örgütü pkk, Irak’ın kuzeyinden yok edilecekti.
Ama bu gerçekleşmedi, gerçekleştirilmedi!
Bu esnada bölgede yaşayan Türkmenlere yönelik baskılar arttı ve bir plan çerçevesinde bölgenin demografik yapısı değiştirildi.
Zaman içerisinde iktidar, bölgede yaşanan gelişmelere uyum sağladı hatta bölgesel yönetimden aldığı petrolü, Türkiye üzerinden İsrail’e sattı ve bu milyarlarca dolarlık ticaretin yasal olmadığı gerekçesi ile Irak Merkezi Hükûmetinin Uluslararası Tahkim Mahkemesine açtığı davayı kaybetti.
Ve ne yazık ki Türkiye bundan dolayı 1.5 milyar dolar tazminat ödemek zorunda kalacak!
Yeni davaların da yolda olduğu bilgileri geliyor.
Gelelim Suriye’ye.
Türkiye, 2003 yılında kara mayınlarının yasaklanmasını öngören Ottowa Anlaşması’nı imzaladı.
Ardından; iktidar, İsrailli firmalarla bu mayınların temizlenmesi için yoğun görüşmelere başladı.
Nihayet Meclis’ten yükselen itirazlar ve kamuoyunun tepkileri nedeniyle İsrailli firmalar sürecin dışına çıkartıldı.
Ancak sınırdaki mayınlar zaman içerisinde tek tek temizlendi.
Ve Mart 2011.
Suriye’de kaosun, iç savaşın başladığı tarih.
O güne kadar Sayın Erdoğan’ın kardeşim dediği Esad; ne olduysa katil Esed’e dönüştü.
Sınır komşusuyla güvenli ve istikrarlı ilişkiler kurması beklenen iktidar, Emevi Camii’nde namaz kılmaktan bahsetmeye başladı.
Yıllar süren iç savaş ve kaosun ardından milyonlarca Suriyeli sığınmacı sınırı geçerek Türkiye’ye geldi.
Bu arada binlerce Peşmerge de Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye geldi.
Ve iktidarın himayesinde Suriye’nin kuzeyine geçişleri temin edildi.
Burada daha önceden nüvesi oluşturulan pyd/ypg terör unsurlarına katıldılar.
Bu esnada bunların liderleri, eş başkanları, devletin en üst kademelerinde Diş İşleri Bakanlığında, MİT’te en üst düzeyde ağırlanıyordu.
Yıllar içerisinde başta Amerika, İngiltere ve İsrail olmak üzere emperyalist devletlerin himayesi, eğitimi ve donatımıyla bu yapı artık De-Facto bir terör ordusu hâline gelmişti.
Bu arada Avrupa Birliği’nden gelen 21 milyon dolarla Türkiye’nin doğu sınırındaki mayınlar da temizlendi.
Ve sayıları 600 bini bulan Afgan sığınmacılar için ne yazık ki güvenli geçiş koridorları oluşturuldu.
Değerli Milletvekilleri;
İsrail Türkiye’yi işgal edebilir mi?
Hayır edemez.
Peki İsrail’in bölgedeki saldırgan tutumu, bölgeyi kaosa sürükleyen soykırımcı yaklaşımı, Türkiye için bir risk oluşturur mu?
Evet, oluşturur.
Ancak bu riski arttıran temel faktör, Ak Parti iktidarının 22 yıldır uyguladığı yanlış politikalardır.
Ve bugün, bu yanlış politikalara, söylemlere, bir yenisi daha eklenmiş; İsrail’in Türkiye’yi işgal edeceğine dair bir endişe ortaya konmuş ve buradan ne yazık ki tedbir veya çözüm değil, bir iç politik fayda umulmuştur.
Bu görüş, nasıl Sayın Cumhurbaşkanı tarafından dünyanın gözü önünde, kamuoyuyla açıkça paylaşıldıysa gerekçeleri de kamuoyunun gözünün önünde tartışılmalıydı.
Ancak görünen o ki bundan dahi bir iç politik fayda umulmuştur.
Değerli Milletvekilleri,
Bölgemizde yaşanan gelişmelerin Türkiye için en büyük risklerinden biri, yeni bir sığınmacı akınıdır.
İsrail, Gazze’deki Filistinlilerin Sina Yarımadası’na veya Türkiye’ye gönderilmesini istemektedir.
Buna, şiddetle itiraz etmeliyiz.
Öte yandan, devam eden Lübnan saldırılarında, 1.5 milyona yakın kişi yer değiştirmek zorunda kalmış ve bunlardan 300 bin kadarı ki çoğu Suriyeli sığınmacıdır, Suriye’ye geçmiştir.
Bunların, Güney sınırımızdan Türkiye’ye geçişlerine mutlaka mâni olmalıyız.
Yansıra, Orta Doğu’daki yangın, zaman içerisinde İran’a sıçrayacak olursa oradaki 4 milyonu aşkın Afgan mültecinin doğu sınırımızdan Türkiye’ye geçme riski vardır.
Buna da kesin olarak mâni olmamız şarttır.
Sayın Başkan, değerli Milletvekilleri;
Bulunduğumuz coğrafyanın, bize getirdiği muhteşem avantajların yanı sıra şüphesiz jeopolitik riskleri de vardır.
Bu riskleri bertaraf etmek, avantajları güçlendirmek bizim yani Türkiye’nin elindedir.
Onun için güçlü bir ekonomiye, kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasiye ve köklü bir hukuk devletine ihtiyacımız vardır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”